Ana Sayfa Yazarlar Ercüment Alptekin Şu eğitim meselesi…

Şu eğitim meselesi…

Günlük hayatta kullandığımız bazı kelimeler vardır. Sıkça telaffuz ederiz ama anlamlarını pek de sorgulamayız ve bir nevi refleksle ağzımızdan çıkar bunlar. Eğitim de bu tür çok kullandığımız bir kelime. Hele, “ Eğitim şart, eğitimsiz olmaz” gibi kalıplaşmış ve de hiç kimsenin itiraz etmediği tümceler sıkça ağızlarda dolaşır. Geniş anlamda bir “eğitim”  irdelemesi yapmak niyetinde değilim. Ancak varmak istediğim çerçevede kısa bir tarife ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. En anlaşılır biçimi ile Wikipedi’den aktaralım:

“Eğitim, bireyin doğumundan ölümüne süregelen bir olgu olduğundan ve politik, sosyal, kültürel ve bireysel boyutları aynı anda içinde bulundurduğundan, tanımının yapılması zor bir kavramdır. Bireylerin toplumun standartlarını, inançlarını ve yaşama yollarını kazanmasında etkili olan tüm sosyal süreçlerdir. Kişinin yaşadığı toplum içinde değeri olan, yetenek, tutum ve diğer davranış biçimlerini geliştirdiği süreçlerin tümüdür.”

Bu perspektiften bakınca sektörümüz özelinde eğitimi artık farklı bir biçimde modellemek gerektiği çok net bir şekilde ortaya çıkıyor. Özellikle eğitimi sosyal bir süreç olarak kabul ettiğimiz zaman sektör açısından bugüne kadar süregelen ve sıradanlaşan biçimlerin dışına çıkmak zorunlu olmaktadır. Sektördeki eğitim faaliyetleri, genel olarak işten arttırılan zamanlara sığdırılmış, anlatanın zaman zaman interaktif ve çekici olma gayretleri ile zenginleştirilmeye çalışılan edilgen bir yapı göstermektedir.

Edilgen kavramı sektör içinde “eğitim” veren dostlarımızın itirazına uğrayacaktır. Burada kastedilen bahse konu zaman dilimine sığdırılmış gayretlerin, katılımcıların interaktif katılımı ile zenginleşmesi değildir. Bu zaman dilimlerinde, anlatanların katılımcılar ile ilişkisinin sınırlı süre içinde sonlanmasıdır. Özetle Wikipedi’den aktardığımız paragrafın son cümlesinde bahsedilen eğitim, davranış biçimlerinin geliştiği bir süreçler bütünü ise özellikle mesleki eğitimlerin işten arttırılan zaman içinde kalması bu anlamda edilgendir. Okullarda görülen eğitim, temel olma özelliklerinden dolayı, anlatanlar ve katılımcılar arasındaki ilişki içindeki edilgen hali başka türlü tarif edilebilir. Ne var ki; mesleki eğitimler akademik kaygısı az, daha çok paylaşımcı temellerinden dolayı tüm mesleki uygulama süreçlerini çalışma hayatının derinliklerine doğru yaymalıdır.

Temel olarak “kriz yönetimi” veya” veri toplama yönetimi” gibi genel başlıklar, diğer taraftan da AVM yönetimini ilgilendiren “kiralama” veya “bütçe” gibi mesleki diyebileceğimiz başlıklar ele alındığında; “iki saat eğitim al, sertifikayı cebine koy” anlayışının yeterli olmadığını görüyoruz. Hizmet sektörünün, daha önceki yazımda da belirttiğim gibi, çok kapsamlı olmasından ötürü, örneğin “kriz yönetimi” başlığı iki saatlik eğitimden sonra da takip edilmesi gereken, dersi alanların belki de bir nevi “koçluk” yaklaşımı ile sürekli bilgilendirilmesi gerekli görünüyor. Kolay ulaşılan bilginin giderek arttığı ve buna bağlı olarak ilişkilerin de gün geçtikçe karmaşıklığının çoğaldığı bir dünyada, mesleki eğitimlerin iki günde sona erdirilmesi çok anlamlı gelmiyor. Konuları aktaran “eğitimcilerin” artık meseleyi böyle kısıtlı zamanda aktarıp çekilmek yerine, katılımcıların günlük uygulamalarını da takip ederek, daha önce de yazdığım gibi “koçluk” anlayışı ile sürekli kılmaları gerekmektedir.

Tabii burada aktarmaya çalıştığımız anlayış içinde eğitim, uzunca bir süreci kapsadığından her şeyi eğitimcilerden beklemek çok anlamlı değil. Zira mesleki çalışma içinde olan her birimizin paylaşacağı konular elbette vardır. Bu anlamda atölye çalışmaları tarzında karşılıklı paylaşımı içeren yaklaşımların iş hayatımızın bir parçası haline getirilmesi çok yararlı olacaktır. AVM yöneticisinin temel özleminin “öğrenmek” olması gerektiğini düşünüyorum. Bir ilişkiyi bir biçimde bir, hatta iki, üç defa başarılı olarak yönetmek AVM yöneticisinin her şeyi bildiği anlamına gelmez. Dördüncü biçim bizim için hüsran olabilir. Bunu engellemenin yolunun öğrenmeye aç bir anlayışa yönelmek olduğunu ve diyalektik olarak da bu anlayışın paylaşımla desteklenmesi sonucu “eğitimci” olmakla anlam kazanacağını kavramamız gerekiyor.

Yıllar evvel, AVM yöneticiliğimin ilk yıllarında mağazalardaki satış danışmanlığı yapan arkadaşların eğitim almaları gerektiği konusunda kiracılarımız ile bir toplantı yapmıştık. Sanırım 2001 yılıydı ve birçok marka da bugün giderek daha nitelik kazanan eğitim çalışmaları başlamamıştı bile. Büyük coşku ile yapılan toplantıda satış tekniklerinden gizli müşteri uygulamalarına kadar birçok başlık konuşulmuş, eğitimlerin hangi saatlerde olacağına kadar da bir dolu karar alınmıştı. Hemen eğitim veren firma ile anlaşıp heyecanla ilk günü beklemeye başladık. 100’ e yakın kiracımızdan gelen katılımcı sayısı sadece bir kişiydi. Çünkü herkes bu eğitimlerin şart olduğunu düşünüyordu ama kendisinin ve çalışanlarının zaten her şeyi bildiğini varsaymışlardı. Onların değil, diğer kiracıların eğitime ihtiyacı vardı. Bundan yaklaşık 3 ay sonra yapılan gizli müşteri sonuçları ise tam tersini ortaya çıkarmıştı.

Bir küçük anı da son zamanlardan. AYD tarafından düzenlenen ve 2015 yılında yaptığımız bir çalışma sırasında sektörümüzün eğitim emekçilerinden Soner Selçuklu’yu dinlemiştim. Stres yönetimi konusunu anlatıyordu. Kursun sonunda gördüm ki, anlattıklarının en az yüzde 70 ini bilmiyordum ve kalanını da biliyor fakat uygulamayı aklıma getirmiyordum. Sektörün içinde uzunca süre geçirmiş bir kişi olarak gerçekten çok utanmıştım.

Kendi adıma şunu söylemek isterim; neredeyse 35 yıldan fazladır çalışma hayatının içindeyim. Tek bildiğim şey, her an öğrenmek zorunda olduğum çok şeyin beni beklediği. Özetle en güzeli sanırım hep iyi bir öğrenci olmak. Hem çocuk yanınızı hem iştahınızı kaybetmiyorsunuz.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz