Soner SELÇUKLU
Deneyim ve paylaşım konusunu pratikte biraz derinleştirdiğinizde sözlük karşılıklarından çok farklı bağlamlar içinde anlam kazandığını görüyorsunuz. Hangi deneyimlerin nerede ve nasıl paylaşıldığına bakmak gerekiyor… Deneyimin ne olduğu kadar paylaşımın da nasıl yapıldığı önem kazanıyor.
İK uzmanımızla şirketlerde seçme ve yerleştirme danışmanlığı yaptığımız ilk yıllarda özgeçmişlerdeki deneyimle ilgili beyan edilen sürelerden fazlasıyla etkileniyorduk. Ancak başarısızlıkla sonuçlanan yerleştirme süreçlerinden sonra deneyim konusunu ayrıntılı ele almaya başladık. Örneğin, özgeçmişinde tekstil sektöründe 10 yıllık deneyim beyan etmiş olan adayın, mülakat sırasında söz konusu deneyimin hiç de söylendiği gibi olmadığını sorumluluk ve yetki kullanımındaki boşluklardan öğrenebiliyorsunuz. Çalıştığı yılların büyük bölümünü söz konusu sektörün, deyim yerindeyse, çevresinde dönmüş durmuş…Bunun kötü niyetle yapıldığını düşünmüyoruz. Deneyim konusu kişiselleşerek farklı algılanabiliyor.
İnsanlara deneyimin süreden çok ne öğrenildiğiyle ilgili olduğunu anlatmak gerekiyor…
İş yaşamınızda başarınızdan mı yoksa başarısızlıklarınızdan mı söz edersiniz? Bunu nerede ve nasıl yaparsınız?
Cevabın ne olduğunu kolayca tahmin edeceğinizi biliyorum… Başarı her zaman övünülecek bir şey. Kendinize, yakın çevrenize ve ilgili tüm paydaşlara katkı sağlıyor ve kariyer yolculuğunda sıçramalar yaratabiliyor. Ama başarının nasıl olduğu da önemli değil midir?
Önceki makalelerimde daha çok yanlışlardan ve deneyimden öğrenildiğinden söz ederken, önceden öğrenme ve doğrulardan öğrenmenin geride kaldığını da vurgulamıştım. Yıllar içinde de bu şekilde gözlemledim. Belli ki yanlış davranış ya da hatalı karar sonrası iz bırakacak şekilde zarar görmek insana o davranış veya kararı bir daha vermemeyi öğretiyor. Oysa her şey yolunda giderken farkına varmadığımız bir etken, sonucu başarısız kılmış olabilir. Bu durumda tüm eylemi yanlış bir yol izledim diyerek mahkum etmek de bir yanılgı olur değil mi?
“Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer!”
Öte yandan, o yanlışın karşısında ne yapmak gerektiğine ilişkin isabetli olanın, doğrunun ne olduğunu bilebilir miyiz? Bunun bir kesinliği yoktur… Deneyim için de geçerlidir bu durum… Bu durumda önümüzde tek yol kalıyor: Verdiğimiz kararın sonucunda nasıl kazanıldığının veya kaybedildiğinin sorun çözme ve düşünme teknikleriyle detaylı irdelenmesine ihtiyaç vardır.
Yalnızca yanlıştan veya kötü deneyimden sorgusuz öğrenmeye sığınanların vay haline!
Doğrulardan öğrenme, önceden öğrenme için de benzer şeyler söyleyebiliriz. Bu durumda her yapılanı tekrar et, doğruya ulaşırsın demek de bazen yanıltıcı olabilir.
Mayın tarlasındaki ayak izlerinin karşı tarafa doğru geçtiğini gördüğünüzde başka bir yol izler misiniz, yoksa ayak izlerine basarak geçer misiniz? Bu durumda yapılacak şey daha net görülüyor.
Ancak bir doğrunun hangi faktörler ışığında sonuç verdiğini araştırmamız gerekebilir. Her şey göründüğü kadar basit değildir. Belki de birçok şey yanlış giderken farkına varamadığımız daha baskın bir faktörün etkisi altında iyi bir sonuç ortaya çıkmıştır. Bir firmanın özel bir tanıtım ve halkla ilişkiler çalışmasının başarıyla sonuçlandığını dışarıdan görüp kopyaladığında başarısız olan şirketleri biliyorum. Belki başarılı olan eylem için çok sayıda başarısız deneyim yaşanmış ve onlar terk edilmiş olabilir. Uygulamayı kopyalayanın da bu geçmişten haberi olmayabilir. Başarılı uygulayan deneyimini paylaşsa ne iyi olurdu…
Önceden öğrenmeye gelince: Hata yapmamak adına büyük önem taşıyor. Kitaplar, makaleler okuma, seminerlere katılmak tartışılmaz biçimde yol gösterici olabilir. Ama bu da bir noktaya kadar değil mi? Yolun sonuna götürme garantisi yoktur. Sürekli beklenmedik engeller için de anlık kararlar verilecektir. Sezgiler bu noktada ne kadar işe yarar bilemiyorum. Çünkü onların da kaynağı belli değildir. Yani karmaşık bir dünyada yol alırken birçok değişkenin etkisi altındayız.
Nasreddin Hoca’ya atfedilen şu fıkrayı hatırlayın: “Nasreddin Hoca karısıyla bir yaz gecesi damda yatarken, damdan aşağı düşüvermiş. Gürültü patırtı derken, Hoca’nın başına toplanmışlar. İçlerinden biri: – Hocam, hâlin nicedir; ne yapalım, deyince: – Tez, demiş, bana bir damdan düşen birini getirin. Hâlimden ancak o anlar!
Edison’un ampulü bulana kadar 2 bin civarında başarısız sonuç aldığını, ünlü basketçi Michale Jordan’ın 9 bin serbest atışı ıskaladığını, uçaklarda pilot kabinin geliştirilmesinin sayısız pilotun hayatını kaybettiği uçuşlarla olduğunu, paraşütün işe yarar hale gelmesinin nelere mal olduğunu, bilgisayarın gelişiminin sayısız başarısız deneyimle sağlandığını, ilaçların yıllar süren çalışmalarla insanlar üzerinde kullanılabilir hale geldiğini, zararlılarla mücadele ediyoruz diyerek kullanılan tarımsal ilaçların insana ve çevreye etkilerinin zaman içinde anlaşılırken ölçülemeyecek hasarlar verdiğini hatırlatmak isterim.
Farklı alanlarda, sektörlerde yaşanan başarısızlıklar bir diğeri için neden ders alıcı olmasın? İşte çarpıcı bir örnek:
128 yıldır ev yemeklerinin dağıtımında inanılmayacak bir performans yakalayan Hindistan-Mumbai deneyimi farklı sektörlerdeki uygulamalara örnek olmuştur. 5 bin kişilik Dabbawalla ordusu, her öğle 200 bin ev yemeğini, Mumbai’nin (eski adıyla Bombay’ın) banliyölerinden iş merkezindeki ofislere taşırlar. Sonra da boş kapları tekrar evlere… Bu hizmet, 1890 yılında hayata geçtiğinden beri kıtlıklardan, savaşlardan, musonlardan, Hindu-İslam çatışmalarından ve bir dizi terörist saldırıdan etkilenmeden devam etti. Hizmet tüm dünyada ilgi çekti ve Prens Charles, Richard Branson ve lojistik konusunda uzmanlığıyla ünlü Federal Express çalışanları bu hizmeti görmeye geldi. Ancak unutmayalım bu mükemmel sistemin de en başında son halindekine hiç benzemediğini tahmin edersiniz. Yaşanan birçok başarısız deney süreci iyileştirmiştir.
Motor sporlarında “Pit Stop” deneyimi Formula 1 takımının başarısında büyük rol oynamaktadır. Bu uygulamanın prosedürü yıllar içinde gelişmiş ve saniyeler içinde aracı yarışa sokma performansına ulaşılmıştır. Pit Stop deneyiminden bazı ameliyathane ekipleri yararlanmıştır.
Öğrenecek ne çok şey var bu uygulamalarda…
Öğrencilik yıllarında küçük ev imalatıyla hediyelik eşya satışıyla geçimimizi sağlıyorduk. Hassas çiçekleri doğal görünümlerini koruyarak tanzim edip cam kutularda satma aşamasına gelirken kurutma yöntemini bulmanın yüzlerce başarısızlık sonrası 2 yılımızı aldığını söylemeliyim. Ne kadar emek, zaman ve para harcadık, başarısızlık yaşadık tahmin edemezsiniz? Sistem Yayınevi tarafından basılan “Küçük Bir Girişimin Öyküsü” kitabımda el sanatları konusundaki 17 yıllık deneyimle birçok tekniği küçük girişimlere yol gösterici olması amacıyla detaylı paylaştım.
Hiçbir ürünün, stratejinin ve eylemin ilk kez uygulandığında son şeklini almış olduğunu söylememizin mümkün olamayacağını düşünüyorum.
Başarısızlıkların paylaşıldığı ve enine boyuna irdelendiği ortamlar yaratılsa hiç fena olmaz. Ancak bunları paylaşacak kişilerin de ortaya çıkması gerekir değil mi?
Rekabetin daha çok keskin boyutlarıyla algılandığı iş dünyasında kaç şirket, yönetici başarısızlığını anlatarak diğerlerinin bundan bir sonuç çıkarmasına yardımcı olur? Birçok şeyin metalaştığı bir dünyada insanın yalnızca iyi taraflarını çevresine göstermeye çalışmasından başka bir şey beklenir mi? Geleneksel kültür buna izin verir mi? Şişkin egoları bastırmak o kadar kolay mı?
Kişiler yaşadıkları başarısız deneyimi çoğu zaman kendilerine saklıyorlar… İç dünyalarımızda kabullenmekle başkalarını suçlamak arasında gidip gelmeler yaşadığımızı herkes kabul eder… “Günah Keçisi” bulmak ise işin kolay yanı. Bu kişiler bir başkasını yetiştirme veya geliştirme sorumluluğu aldıklarında (bunun ne kadar istekli yaptıklarından da emin değilim!) önerilerini de başarısızlıklarının üstünü örterek aktarıyorlar.
Neden sizinle başlayarak örnek olmayalım?
Toplam faydayı yükseltecek deneyimler kişiden birime, oradan bölüme ve şirketin tamamına; daha sonra varsa grup şirketlere, sektöre ve diğer sektörlere taşındığında neler olur?
Unutmayalım ki, körfezde sular yükseldiğinde tüm gemiler yükselir… Batan şirketler rakipleri sevindirmekten çok düşündürtmeli! Neden böyle olduğu masaya yatırılmalı…
Geliştirici bir rekabet modeli çok mu gerçek dışı? Şirketler diğerleriyle benchmarking (kıyaslama) yapabiliyorlarsa, eskisinden daha iyi ve farklı ürün ve hizmetler sunmak amaçlı deneyimlerin paylaşıldığı rekabet modelleri, piyasada var olmanın temel kriteri olamaz mı? Örneğin perakende sektörünün üst örgütleri başarısızlıkların da paylaşıldığı yıllık toplantılar düzenleyemez mi?
Havacılık sektörü bütün başarısızlıklarını bilimsel raporlara dayanarak hızla paylaşıyor. Sağlık ve adalet sektörleri ise başarısızlıklarını paylaşma kültüründe çok gerideler… Güven sarsılır diyerek hatalı yargısal kararları, ameliyathanede olanları paylaşma cesareti göstermek mümkün olsa nasıl bir dünya olurdu?