Soner SELÇUKLU
“Doğal bir şekilde meydana gelmeyen, beşerî faktörlerin etkisiyle oluşan yapay ve suni ile eş anlamlıdır. Aynı zamanda iki farklı bileşenin karışımıyla elde edilen. Yan anlamıyla da: Kendi kendine mevcut olmayan, sonradan üretilen” diye açıklanmış TDK sözlüklerinde ‘sentetik’ sözcüğü.
John Maxwell “İletişim Kurmak Kolay Bağ Kurmak Zor” başlıklı kitabında beş duyuya sahip olan herkes bir şekilde çevresiyle iletişim kurar diyor. Ancak bağ kurmanın kalıcı ve insana dokunan bir tutum olduğunu vurguluyor. Tüm bunların ışığında “bağ kurmanın başladığı yerde etkili iletişim vardır; etkili iletişimin bittiği yerde sıradan iletişim, sıradan iletişimin kurgulandığı yerde de sentetik iletişim başlar!” diyerek eleştirel bir yaklaşım sunmak istiyorum.
Görme, işitme, tatma, koklama, dokunma beş duyusuyla dünyaya geliyoruz. Bu yetiler bizim dış çevreyle olduğu kadar iç dünyamızla da iletişim kurmanın algılamanın organlarıdır. Ancak göz ve kulak işlevleri itibariyle yazımın amacını açıklamamda önem taşıdığı için özellikle onlar üzerinde durdum. Öte yandan tat ve koklamayla ilgili olarak da annesinin özenle hazırladığı yemeği tadıp beğenmediği halde beğenmiş gibi yapanları, eşinin parfümünün kokusunu beğenmeyip beğenmiş gibi yapanları, çaresiz bir hastalığa yakalanan arkadaşının omuzuna dokunarak iyi gördüğünü söyleyenleri konu dışında tutup beyaz yalanlar grubuna alıyorum.
Göz elektrokimyasal bir sürecin organıdır. Bakmamızı sağlar. Sağlıklı olan herkes bakabilir. Oysa neye bakacağını bilmek “bilişsel” bir süreçtir. Buna tam anlamıyla “görmek” diyebiliriz. Doğan Cüceloğlu’nun ‘Mış Gibi Yaşamlar’ kitabına atıfta bulunarak ‘mış gibi’ davranışlardan söz edebiliriz. Bakıp da görmüş gibi yapanlar sentetik tavır içine giriyorlar. Bunu aptal olarak değerlendirilme korkusuyla uygulayanlar da var. Öte yandan kendilerine karşıdakini anlamış gibi bir hava vererek empatik görünenler ise insanları aldatıcı yolları bıkıp usanmadan kullanıyorlar. Çalışanlarının mağduriyetlerini görerek “..ceğiz, ..cağız” sözleriyle oyalayanlar buna örnektir. Burada Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin sözünü hatırlatmak istiyorum. “Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol!”
İşitme sürecinde kulak kepçesiyle toplanan ses titreşimleri dalız içindeki sıvı ile salyangozdaki sıvıya geçer oradan işitme duyu hücrelerine ve sonra da sinirlere aktarılır. Sinirler tarafından alınan ses beyne iletilir ve işitme sağlanmış olur. Özetle bu süreçte mekanik enerji elektrokimyasal enerjiye dönüşür. “Duyma” dediğimiz bu süreç sağlıklı herkes için geçerlidir. Ancak ‘dinleme’ bilişseldir. Neyin ne olduğunu anlamak ve bilmekle ilgilidir. Dinlemenin beden dili ipuçları olan başka bir işle uğraşmayıp karşıdakine dönük olarak başın eğimi, işaret parmağının şakakta konumlanışı, onay jestleri, çoğu zaman göz teması tüm insanlar için ortaktır. Dinlemiş gibi yapıp da başını sallayan, üzgün yüz ifadesiyle anla‘mış gibi’ davranarak insanları yanıltanlar için sentetik tavırlı diyorum.
Gelelim ‘dil ve konuşma’ yetisine: Dil, kendi özel düşüncelerini sesin yardımıyla, özne ve yüklemlerle anlaşılabilir duruma getirmektir. Konuşma, dil aracılığıyla iletişim kurmaktır. Sağlıklı olan herkes konuşabilir. Ancak ‘söylemek’ bilişseldir. Ne söyleyeceğini bilmek için kelime haznesi, bilgi, deneyim, farkındalık ve duyarlılık gerekir. Bu da etkili iletişimin temelidir. Bunun inkârı olan sentetik iletişime insanlar neden başvuruyor?
Karşıdakinin hoşuna gidecek sözler söyleyerek onu ikna etmek, yönlendirmek ve bu yolla çıkar sağlamak sentetikliği güdüleyen nedenlerin başında gelmektedir. İnsan kullanmak sentetik iletişimcinin en önemli becerisidir.
Bu tür davranışların kökenine inecek bir araştırmanın ekonomik, sosyolojik, antropolojik, psikolojik, biyolojik, pedagojik nedenleri olabilir. Kaldı ki bu araştırmanın birçok alanın konusu olarak yığınla metinden, belgeden oluşacağı açıktır. Bu nedenle sayfamın sınırları içinde kalarak soyutlamalarla çarpıcı noktalara değinmek istiyorum.
Çıkarlara uygun beklentiler insanları kendisi olmayan davranışlara yöneltebiliyor. Burada sağlam karakterin, duruşun, ilkeli yaşamın esamesinden söz edemeyiz. Elde edilecek maddi ve manevi çıkarlar, yetki ve güç için başkalarına ihtiyaç varsa şeffaf olmayan gri ve karanlık alanların oluşumuna yol açar. İşte bu durumlarda bazıları sahteliğin doruklarında aldatıcı bir oyunculuğu tercih edebiliyor. “Köprüyü geçene kadar ayıya dayı demek!” aldatmayı bir sanat olarak görmenin, sentetik iletişimin bir başka tarifidir.
“Kullan at!”, tüketim çılgınlığının sloganı olsa da söz konusu insan olunca olumsuz sonuçlarıyla hedef alınan kişinin ötesinde onun çevresine çok fazla zarar verebiliyor. İş çevrelerinde çalışanları öğütmede, evliliklerde, kadın-erkek ilişkilerinde, siyasette, seçmen tabanına verilen sözlerde, kariyer yolculuğunda, zayıf noktaların açıkça ortaya çıktığı durumlarda yapılan istismarlarla ilgili çok vakayla karşılaşmış ve duymuşsunuzdur.
Çalışanlarının sıkıntılarını, öğrencilerin dertlerini, vatandaşlarının taleplerini görmeyen, dinlemeyen, sorunların kaynağına inmeyen, önleyici tedbirler almayıp ama ‘mış gibi’ davrananlar güç sahibi olmak veya onu korumak, menfaat sağlamak amacıyla sentetik saygının, sevginin, anlayışın, dürüstlüğün, gülümsemenin 50 tonunu sergiliyorlar. Bir de yanaktaki kasların yukarı doğru kasılırken dudakların da buna eşlik ederek uçları yukarı doğru kıvrıldığı samimiyetsiz, donuk “Pan-Am” gülümsemesi var. Çoğu zaman gündelik hayatta karşıdakini zoraki onaylamak veya memnun etmek için yapılan gülümsemedir. Sentetik gülüşün bir numaralı örneğidir. Siyaset ve iş dünyasında bol örnek bulursunuz.
İşin en acı tarafı sentetik iletişim kuranların en yakınında bulunanlar da tutum haline gelen bu davranışları kopyalıyorlar. Bu sayede dürüstlük de piyasalaşıyor, alınır satılır bir metaya dönüşüyor. Böyle bir konuya öncülük edenler sentetik iletişim becerili yeni kadroları yetiştirmede kuluçka makinesi işlevi görüyorlar. Yani “Balık baştan kokar!”. Anne ve babasının aldatıcı tüm numaralarını görerek büyüyen çocuğun bu davranışlara bulaşmadan toplum içinde saygın bir yere gelip gelemeyeceğinin tahminini de size bırakıyorum. Herhangi bir organizasyonda sentetikliği ustaca kullanan lideri (siyasette, iş hayatında, aile çevresinde, kurum ve kuruluşlarda) izleyenler için normal olanın ne olduğuna kim karar verir? Bir tarafın diğerini “Timsah gözyaşları dökme” diye suçladığı olayları hatırlayın!
Yetişkin olana kadar duyduğumuz sentetik iletişimle doğrudan veya dolaylı bağlantıda olduğunu düşündüğüm şu sözlerin üzerinde durmanızı öneriyorum:
• ‘‘Kulağının Üzerine Yatmak!’’
• ‘‘Sepet Havası Çalmak!’’
• ‘‘Gemisini Kurtaran Kaptandır!’”
• “Yemeyenin malını yerler!”
• ‘‘Aba Altından Sopa Göstermek!’’
• ‘‘Derdini Marko Paşaya Anlat!’’
• ‘Alttan Aldık Yeteri Kadar, Bundan Sonra Ederi Kadar!’’
• ‘‘Geçti Bor’un Pazarı Sür Eşeği Niğde’ye!’’
• “Her koyun kendi bacağından asılır!”
• ‘‘Eski Çamlar Bardak Oldu!’’
• ‘‘Bulanık Suda Balık Avlamak!’’
• ‘‘Ağız Kalabalığına Getirmek!’’
• “Atı alan Üsküdar’ı geçti!”
• “Başa gelen çekilir!”
Şimdi bu sözlerin nasıl bir sistemin göstergesi olduğuna ve etkilenenlerin davranışlarını nasıl yönlendireceğine siz karar verin!
Sentetik iletişimi tutum haline gelenler için bu durumdan çıkaracak bir umut var mı? Bunun için kendinle hesaplaşmaya başka bir ifadeyle de muhasebeye gerek var. Bu yüzleşme yapıldığında utanma, sıkılma, pişmanlık duymak acı verir. Yıllarca herkese karşı sentetik ilişkiler geliştirmiş kişinin bu alışkanlığının dayanılmaz hafifliğinden kopması o kadar kolay olmaz sanırım. Ancak istedikten sonra herkes için seçim şansı vardır.
Bitirirken,
Sessizliğe Hayranlık/Admiring Silence kitabında Abdulrazak Gurnah, Sir John Harington’un 1597’de yazdığı “Prayse of Private Life” adlı kitabından aşağıdaki alıntıyı paylaşmış:
“Olduğumuzdan daha iyi insan sayılmak için kılık kıyafetimizde görkem arıyoruz, olduğumuzdan daha hoş, daha onurlu, daha ince belli, daha dolgun kalçalı görünmek için bir sürü tumturaklı malzeme ve dolgu kullanıyoruz, olduğumuzdan daha genç görünmek için eşarp takıyoruz, sık sık tıraş oluyoruz, olduğumuzdan daha tatlı görünmek için içimize ve dışımıza parfüm sürüyoruz, olduğumuzdan daha uzun görünmek için topuklu pabuçlar giyiyoruz, olduğumuzdan daha kibar görünmek için nazik selamlama sözleri kullanıyoruz, olduğumuzdan daha naçiz görünmek için mütevazılıkla itaat ediyoruz ve bazen de olduğumuzdan daha bilge, daha dindar görünmek için vakur ve rabbani bir iletişim kuruyoruz.”