İlham İnan DÜNDAR
Aslına bakarsanız; Baby Boomers kuşağının (1946 -1964) geç evlenenleri ile onlarla dirsek teması olan X kuşağının (1966 – 1980) erken evlenenleri, fırtınalı gençlik yılları sonrasında, yüklenilmiş ağır koşullara rağmen, çocuklarımız için tam da, her şeyin yoluna girdiği, mutlulukların yaşandığı zamanlardı, 2010’lu yıllar….
On yaşında ihtilal görenler ile yirmi yaşında ihtilal yaşayanlar, hızla gelişen teknoloji çağını çocuklarına kaçırtmamak için yarış halinde, ellerinden ne geliyorsa, varları yokları ile koşuşturdular. Bizler harala gürele çalışıyor, tasarruf ediyor; illaki başımızı sokacak bir dört duvar olsun, çocuklar aman iyi eğitim alsınlar diye uğraşırken hayatın hengamesinden çocuklarla pek öyle abarttığımız kadar ilgilenmedik. Onlara anlattığımız ‘fakir fukara’ geçen günlerimiz; ‘biz köyde iken’ diye başlayan hikayelerimiz; ‘ dişimizle tırnağımızla kazıya kazıya geldik’ efsanelerimiz ile Y kuşağının ‘Milenyum Kuşağı’ sayılan (1981- 1996) çocuklarımızla ancak akşam yemeklerinde birlikte olduk. Nöbetçi anne babalar olarak sevgimizi gösteremediğimiz, hissettiremediğimiz Y’lerin büyüme döneminde imdadımıza genlerimize yerleşik aile bağları ile aile sevgisi yetişti. Bizi seviyorlardı… Ama onların bazı akşamlar sofralarımızda olmadıklarına ses etmedik. Zaten bizler de o sofralardan, işleri bahane ederek, hafta iki üç kaytarmaya başlamıştık. Bayram ziyaretlerimiz onların doğduğu yıllardan başlayarak ‘tatil’ konseptine çevirilince; amca, hala, dayı, teyze, kuzen buluşmaları sembolik ve seyrek olmaya başladı… Olsun önemli miydi? Çocuklar yurt içi yurt dışı gezebiliyorlar, o yıllarda henüz ticari müessese haline gelmemiş özel okullarda veya sayısı az ama ‘bilim insanı’ bilgi değerine sahip öğretmenleri bol, devlet okullarının isim yapmışlarında okuyabiliyorlar ve gelişen teknoloji ile birlikte büyüyorlardı. Ve zaman hızla akıp giderken ‘hiç anasına, babasına çekmemiş’ diyerek şikayet etmeye başladığımız Milenyum Kuşağı çocuklarımıza Z kuşağı çocukları (1997 – 2012) eklendi…
Covid-19 ile 2020 sonrası Z kuşağı tam da fırsatlarla dolu bir dünyada yaşayacaklar diye ebeveynler olarak sevinirken, bu musibet yüzünden artık belirsiz bir geleceğe bakıyorlar.
Şimdilerde çoğunlukla patronların Baby Boomers, CEO ve türevlerinin X kuşağı olduğu bir dünyada Z’ler le ilgili ‘çalışmıyorlar’, ‘tembel kuşak bunlar’ diye çokça şikayet var.
Genellikle, X kuşağı ve erken Y kuşağı işini sevmek zorunda olma kabulünü göstermişlerdi. Milenyumlar ise yaptıkları işi sevme gereksinimi duyuyorlardı, sevdikleri işlerde kariyer yapmayı tercih ediyorlardı. Gel gelelim, Z’ler, yaptıkları ‘işten’ zevk almayı beklemiyorlar ve sadece getirisi ile ilgileniyorlar. İşin ilginç yanı Z Kuşağı günümüz ekonomisinde kazanılacak çok para olduğuna inanıyor…
Milenyumlar takım ruhu ile çalışma ortamını severken, Z’ler bağımsız çalışmayı istiyorlar. Bilgiyi kolay buldukları ve çabuk ulaştıkları için olsa gerek, her konuda bir anda ve çok hızlı bir şekilde “uzman” kesiliyorlar. Çok oyun oynayarak büyüdüklerinden midir, nedir; Her tartışmayı ve her spor etkinliğini kazanma hırsındalar. Sürekli yeni fikirler üretiyorlar ve bir stratejiyi aniden bir saniyede değiştirebiliyorlar. İş yaparken içgüdülerine güveniyorlar ve bizler gibi uzun uzadıya garantici araştırma yapmaya gerek duymuyorlar.
Kızmamak lazım; tarihin belki de en rekabetçi eğitim ortamında kaldılar. Z kuşağı, ellerindeki teknoloji sayesinde şimdiye kadarki en iyi eğitimli nesil olma yolundadırlar. Tanıyanlar bilir, zamanımın çoğunu çocuklarla ve gençlerle geçiririm. Yapacağım işlerle ilgili onların fikirlerini almayı, tepkilerini gözlemlemeyi seviyorum. Son dönemlerde onlarla yaptığım toplantılarda gözlemliyorum ki; Gen Z, bilgiyi bir araya getirmek, bilgisayarda işlemek ve o konuda harekete geçmek için inanılmaz yeteneklere sahip. Fikirlerini paylaşmalarına izin verdiğimizde harika işler çıkarıyorlar. Problem, biz yöneticilerin, bu neslin üyelerine yenilikçi fikirler üretmeleri için zaman ve özgürlük hakkı verip vermememiz. Herhangi bir bilgiden sadece birkaç tık ötede açık bir kitap ortamında yaşıyorlar, ülkeler ve kültürler arasında sınırsız bir bağlantı kuruyorlar. Metinlerin ve tweet’lerin kısa olduğu, bol görsellerin ve videoların olduğu bir okuryazarlık hazinesi ile toplumla iletişim kuruyorlar. Bu arada belirtmeliyim ki, ülkelerini, ırklarını, cinsiyetlerini, inançlarını diğer insanlardan üstün görme ihtimalleri eski nesillere göre daha düşük; bu değerlerin hepsine aşırı saygılılar ve hepsine eşit mesafede olmayı tercih ediyorlar.
Baby Boomer veya Y kuşakları televizyonu, cep telefonunu, interneti yarı ömürlerinden sonra gördüler; çoğu bu nedenle kullanım özürlü. Z kuşağının ise doğdukları andan itibaren internet ve cep telefonları yaygın oranda vardı. Onlardan önceki kuşaklar için cep telefonu eş dost ile konuşmak, işleri hızlı halletmek amaçlı iletişim aracı iken Z’ler için eğlence amaçlı kullanılan bir araca dönüştü. Yaşlı akrabaları aramak veya onlarla sofra başında iletişim kurmak yerine, dünyanın öbür ucundaki biriyle iletişim kurmak daha cazip gelmeye başladı. Hani nerede ise, doğdukları günden beri ellerinde telefon olduğu için ister istemez; sadece aşağı bakmaya alışkınlar. Konuştukları kişilere karşı saygısızlık veya ilgisizlik anlamına gelmese de; Gen Z ile eski nesiller arasındaki temel fark, iletişimde göz temasının azalmasıdır.
Her insan çabasının takdir edilmesini bekler ve hoşlanır; genç Z kuşağı çalışanlar takdir edilmek için can atıyor. Z’lerin evde, toplumda ve eğitimleri boyunca bir güvenlik ağı içinde büyüdükleri gerçeği göz önüne alındığında, bu mantıklıdır. Doğal olarak bu desteğin iş konforunda da devam etmesini bekliyorlar. İşverenlerin Z’ler den verim almak için bugüne kadar sahip oldukları’ maaş teşekkürdür’ düşüncesini yeterli görmekten vazgeçmeleri gerekiyor. Bugünün öğrencilerinin ve yeni mezunlarının çoğunluğu henüz istihdam edilmemiş olsa da önümüzdeki beş on yıl içinde ülke işgücünün üçte birini oluşturacaklar.
Z kuşağına geleceğin çalışanları olarak baktığımızda; iş ve yaşam dengesi, takım odaklılık, keyif alma, takdir, güçlendirme, destek, esneklik, katılım, yaratıcılık, yenilikçilik ve küresel çalışma atmosferinde verimli olabilecekleri, açık. Ayrıca birçok iş, yaşam boyu öğrenme, çeşitlilik, sahiplenme ile karakterize olacaktır. Her lise mezununu, yerden bitme üniversitelere gönderdiğimiz ve o üniversitelerde de geleceği olmayan branşlarda gençleri depoladığımız için çalışma yaşamındaki, Z problemi giderek büyümektedir. Sorun, her zaman olduğu gibi eğitimdedir. Bugünün öğrencilerinin eğitim sisteminde başarısız olması değil, eğitim sisteminin bugünün öğrencilerinde başarısız olmasıdır. Düşünsenize gençlere eğitim veren en genç akademisyenlerimiz, öğretmenleriniz kırklı yaşların üzerindeler. Z’lerin gözünde modası geçmiş bir dili konuşan ya da 20. yüzyıl tekniklerini kullanarak öğreten öğretmenlerdir, onlar. Sorun, bugünün öğrencilerinin öğretmenlerimizin beklediği seviyede okuma yazma bilmemesi değildir. Bir tıkla istediğini yanına getirtebilen, dünyanın öbür ucuna laf yetiştirebilen ve bilgiye ulaşması birkaç saniye süren bu gençler, uzun süreler masaların başında oturup birilerinin tahtaya bir şeyler yazmasını, ya da slayt şovlarında onlara formüllerin gösterilmesini bekleyerek öğrenmek istemiyorlar. Bir emojiye on kelime sığdırabilen bir neslin algısının görsel girdilere ne kadar bağlı olduğunu anlatmaya gerek yok. Onlar, farklı şekillerde daha fazla (e-posta) yazıyor ve daha fazla (metin) mesaj gönderiyorlar, okuryazar iletişim biçimleri bu nesle özel görsel ağırlıklıdır.
Covid-19’a karşı büyük ölçüde bağışık olduğunu gösteren kanıtlar olmasına rağmen, gençlerden evde kalmaları istememiz, önümüzdeki on yıl boyunca bizi rahatsız edecek bir hata oldu.
İnternetten, üstelik başarı sağlanamamış eğitim ve izolasyon bu dönem öğrenciler için boğucu olmuştur. Sadece zorunlu dijital eğitim alarak acı çekmekle kalmadılar, aynı zamanda bu biçimlendirici yıllarda katlandıkları sosyal izolasyon da üstüne tuz biber oldu. Mezuniyetlerini, balolarını, yaz kamplarını ve spor etkinliklerini, açık alan oyunlarını ellerinden aldık… Bu süreçte, ebeveynleri işe gitti, ağabeyleri, ablaları dışarılarda gezebildiler. Pandemi öncesinde, zaten Z Kuşağı arasında depresyon, kaygı, yalnızlık, umutsuzluk yaygındı. Pandemi sonrası ne olduğunu sizler hayal edin.
Eğitimin geleceği, bu 21. yüzyıl öğrencilerini anlamaya ve onlarla etkileşim kurmaya bağlıdır. İşgücü talebini karşılamak ve sektörümüzün istihdam geleceğini güvence altına almak için eğitim sistemimizin günümüz öğrencilerinin öğrenme stillerine uyum sağlaması gerekmektedir.
Örneğin; Z kuşağının dili, dijital bir çağda şekillenmiştir, anlık mesajlaşma, metin mesajları ve sosyal medyanın iletişim biçimleri ve dil üzerinde etkisi vardır. Kelimeler kısaltılmıştır, böylece yazmak daha hızlıdır. Bir önceki kuşağın başına kötü bir şey gelen biri için kullandığı ‘RIP’ (Rest in Peace), kısaltması, günümüzde internet jargonunda ‘F’ harfiyle ifade edilebilmektedir. Yazılan bu kısaltmalar sözlü sözlükte de yerini bulmuştur. Zed kuşağı, dilleriyle yaratıcıdır; ‘erkek arkadaşlığı’ için kullanılan bir terim olan ‘bromance’ ile “çılgın” anlamına gelen, ‘crazy’ kelimesinden türemiş eğlenceli bir ifade olan ‘cray cray’ global bir kabul görmüştür. Yüzlerce örneği vardır. İşin ilginç yanı en yaygın kullanılan global dil olan ‘İngilizce’ den bile bu kullanımlar daha popüler ve yaygındır. Bu yeni kullanılan jargonların bir kısmı uluslararası sözlüklerde bile yer almaya başladı. (Örneğin Selfie)
Mesele şu ki, yeni bir döneme girdik. İşverenlerin yeni neslin her kaprisine tepki vermesine gerek yok, eskiye sıkı sıkıya sarılıp yeni nesillerin bu anlamsız katı kurallara uymasını bekleyemezler.
İşyerine yeni girenler, yirmi yıllık bir dijital kültürel biçimlenme sürecinden geçtiler ve bir işverenin bunu değiştirmek için yapabileceği çok az şey var. Özellikle şimdiki yöneticileri oluşturan X ve hemen öncesi eğitimli kuşağının çocuk sahibi olmada geç davrandığını ve az çocuk yaptığını düşünürsek, yeni gençlerle bağlantı kurabilmek ve sosyal anlamda vakit geçirip onları anlayabilmek için çok daha az alanı var. Z kuşağını cezbetmek ve elde tutmak için, kariyer algılarını ve görüşlerini şekillendirirken, yenilik ve yetkilendirme ‘anahtar yönetim araçları’ açısından onlar için önemlidir.
Z kuşağı, kendi işletmelerini daha genç yaşta kurmalarına olanak tanıyan, muhtemelen şimdiye kadarki en girişimci kuşak olacak. Akıllı telefonlar ve benzeri taşınabilir teknolojiler, bu genç dijital yerlilerin uygulamalar ve diğer para kazanma girişimleri oluşturmasına da olanak tanımaya devam edecek.
Z kuşağı arkadaşlarıyla yüz yüze daha az, çevrimiçi ve sosyal medyada daha fazla zaman harcıyor. Pek çoğu internet üzerinden yeni insanlarla tanışabileceklerini ve yeni arkadaşlar edinebileceklerini düşünüyorlar, ancak bunun gerçek hayattaki bağlantıyla aynı şey olmadığının farkında değiller. Başkalarının ne yaptığını görmek ve internette paylaşımda bulunmak genellikle bizi kıskandırır ve “FOMO – Fırsat kaçırma korkusu” adı verilen korkunç duruma yol açmaktadır. Yazımın ana konusu olan ‘eğlence’ olgusu için daha da endişe vericidir. Sosyal medya bağımlısı takipçilerin çoğu kendilerinde bir sorun olduğunu veya takılmak için yeterince eğlenceli olmadıklarını düşünmeye başlamaktadır. İnternet, Z Kuşağı’nı başarısızlığa uğratan son kurumdur. Sosyal medya, Z kuşağının en büyük yok edicisi olabilir.
Uzun lafın kısası; sosyal medya bağımlılığı gizli bir ‘yalnızlık salgını’ artışına neden olmaktadır. Yalnızlıkla bağlantılı yan etkiler olan kaygı ve depresyondan mustarip olmak, bir grup insanla birlikteyken bile çevresinden kopuk hissetmektir. Biri yalnız kalmaya alışınca, evde kalmak arkadaşlarına ulaşmaktan veya yeni etkinliklere katılmaktan daha kolay hale gelir. Yalnız olmak günümüzün kargaşa dolu, zaman yetersiz dünyasında, birçokları için avantaj olarak görülebilir; kişiye yeniden şarj olma ve kendinize zaman ayırma zamanı sağlar. Çözüm anahtarı, yalnız olmakla, başkalarıyla birlikte olmak arasında sağlıklı bir denge kurmaya çalışmaktır. Ebeveynlerin yapabileceği en önemli katkı, sosyal medya tutkunu gençleri, arkadaşlarıyla takılmaya ve düzenli, anlamlı sosyal etkileşimler kurmaya teşvik etmeliler.
Yalnızlık, bir kişinin fiziksel ve zihinsel sağlığına zarar vermektedir. Hatta bir kişinin yaşam beklentisini kısalttığı araştırmalara dayalı bilimsel iddialar arasındadır. Çalışma yaşamına katılan Z’ler için yönetim kadrolarının ‘yalnızlık’ semptomunu da dikkate alarak; belki de işyerlerinde, eskiden alıştığımızdan, daha fazla takım etkinlikleri düzenlememizi verimlilik sağlamak açısından öncelikli tutmalıyız. Peki, Z kuşağı hangi eğlence türlerini seviyor? Onları eğlendirebilecek miyiz? Covid onların eğlencesini nasıl etkiledi?
Z’ler tamamen farklı bir eğlence dünyasının içine doğdukları için X ve Y kuşaklarından çarpıcı derecede farklı eğlence tercihlerine sahipler. Bir numaralı eğlenceleri olan video oyunları pandemi sırasında diğer insanlarla bağlantıda kalmalarına ve zor zamanları aşmalarına yardımcı oldu. Sanılanın aksine, zorunlu kapalı kalınan zamanlarda film izlemek tercihleri, eğlence olarak çok alt sıralara geriledi. Gelenekselci TV kanalları filmlerden ve TV eğlence gösterilerinden daha geniş bir eğlence yelpazesi sunamadıkları için Z kuşağı ile iletişimde başarısız oldular.Anne ve babaları, filmi sinemada izlemekten, bowling salonlarında olmaktan, masa başı oyunları oynamaktan, konser alanlarında toplanmaktan hoşlanıyorlardı. Z’ler geçmişte popüler olan bu eylemleri özellikle Covid sonrası çevrimiçi tüketmeyi tercih ediyorlar. En basit ve eğlenceli oyunları bile ister kendi evlerinin rahatlığında ister hareket halindeyken masaüstü veya mobil cihazlar aracılığıyla oynuyorlar. Burada önlenemez bir riskide dikkate almak gerekiyor. Fiziksel mekan olarak yaş sınırlaması veya kanuni takip edilebilir, girme yasakları olan kapkara zeminli, köhne salonlara giremezlerken şimdi çevrimiçi pokerden, Blackjack gibi oyunlara kendilerini rahatça sarabiliyorlar. Unutmadan bilmeyenler için yazayım; bizim zamane Scrabble, Monopoly gibi oyunlar hala internette popülerler. Eğlence dünyası değişmek zorundadır. Mobil teknoloji kullanımı yükseldikçe dijital eğlencede yüksek oranlı tüketime kavuşacak ve Z’ler yaşlılık dönemlerinde de dijitalle eğlenmeye devam edeceklerdir.
İnternet ve mobil teknoloji tüketiciler için tamamen yeni bir kolaylık getirdi. Bunun bir diğer nedeni dünyayı ve ülkemizi de etkileyen gelir dağılımdaki eşitsizlik Z’lerin daha az harcanabilir gelire sahibe olmalarıdır. Örneğin; film seyretmek için sinemaya gitmek, bir film akışı hizmetine bir aylığına abone olmaktan daha pahalıya mal olduğunda tercihleri doğal olarak zahmetsiz ve ucuz olanı seçmek olacaktır. Dijital eğlence sağlayıcıları uygun fiyatlı ve çevrimiçi sağlama seçenekleriyle bunun farkındadır. Elbette, fiziksel spor ve eğlence aktiviteleri her zaman olacak, fiziksel mekanlarda yer alacaklar; birçok geleneksel eğlence biçimi de fiziksel mekanlarda eğlendirmeye devam edecek. Ancak, dijital eğlence seçeneklerinin popülaritesi ve önemi artmaya devam ettikçe, gelişmeye devam etmesi kaçınılmaz görünüyor.
Tüketiciler, bu kadar çok dijital eğlence hizmetini yönetmek ve bedelini ödemek için artan bir baskıyla karşı karşıya. Niş içeriği ve trend olan eğlenceyi kovalarken, insanlar artan internet ve eğlence sunucularının abonelik maliyetlerinden kaçmaya başladılar. Türkiye pazarında hızla gelişim gösteren eğlence sunucuları destek fonların kesilmesi, bedava izleme promosyonlarını sonlandırılması ile birlikte, abone ve izleyici kaybetmeye başladılar. Buna abonelik yorgunluğu, kültürel uyumsuzluk, marjinal tutumlara karşıtlıklar eklenince; pastanın kreması olan kesimlerde de pandemi ile daha da popüler olan sunucularda yüksek oranlı terk edişler gözlenmeye devam ediyor. Sunucular ve internet sağlayıcılar gelecekte ancak, reklam destekli, sponsorluklarla veya sağlayıcıların bizzat sübvanse ederek Z’lerin gelirlerinden küçük paylar alabilirse eğlence dünyasında gelişme gösterebilecekler.
Sadece Z’ler için değil tüm kuşaklar için sosyal medya hizmetleri, bağlantı ve paylaşımın ötesinde, müzik, video, oyun ve haber tüketmek için ortak sosyal ağ geçitleri haline geldi. Sosyal medya ile insanlığın, küresel olarak bağlantı kurmasını ve yayın yapmasını sağlanırken ‘veri imparatorluğu’ tehlikeli bir noktaya geldi. Yükselen veri ekonomisi o kadar etkili hale geldi ki, dünyanın dört bir yanındaki hükümetler artık sosyal medyanın erişimini sınırlamak ve kontrol altına almak için mücadele veriyor. Tüketicilerin ve işletmelerin sosyal medyadan aldıkları değer ile güven, sorumluluk ve düzenleme oluşturmanın zorlukları arasında bir gerilim oluşmaya başladı. Kullanıcılar sosyal medyadaki değerlendirmelere şüphe ile yaklaşmaya başlarken aynı zamanda kendileri hakkında toplanan verileri de sorgulamaya başladılar ve hükümetlerden bu yönde yaptırımlar da bekliyorlar.
Dijital eğlencede tüketicinin eğilimlerinin takip edilebilir ve yönlendirilebiliyor olması yeni bir toplumsal problemi körüklümektedir. Z’ler daha evcimen bir kuşak. Covid ile birlikte oluşan iki yıllık boşluk onları ‘arkadaşlarla dışarı çıkmak” ve “barlara gitmek” de dahil olmak üzere bazı ev dışı eğlencelerden iyice uzaklaştırdı. Bu gece kulüplerinden, barlara kadar birçok gece eğlencesinin sonu gibi görünüyor. Bodrum katlarında, köhne karanlık alanlarda buluşmayı, konuştuğu anlaşılmaz yüksek sesli müzik çalan mekanlarda toplanmamaları bu mekanlar için ışıkların tamamen sönmesi ve sonun başlangıcıdır.
Peki Z’ler tabiri caizse ‘adam gibi’ eğlenmeyecekler mi? Bizler gibi dağıtamayacaklar mı? Diktörtgen bir ekranda mı kendi kendilerine coşacaklar? Tabii ki hayır. Z Kuşağı, internetin ticarileştirilmesinden sonra doğan ilk demografik gruptur ve dijital deneyimleri, onların yetiştirilmelerinin önemli bir parçasıdır.
Özgünlüğü tercih ediyorlar. Dürüstlüğü önemsiyorlar. Çevreye, kültürlere, insanlık değerlerine karşı saygılılar. Eğer fiziki mekanlar bu değerler üzerine inşa edilirlerse Z’ler in eğlence dünyasındaki dönüşümde yerlerini alabilirler. Taktıkları kulaklıklar duyabilecekleri en özgün müzik dinleme ortamını oluşturuyor.
Sunucuların sınırsız görsel şölenli seçenekleri ile bulundukları her ortamda dinleyebiliyorlar, izleyebiliyorlar. Yedikleri içtikleri ile ‘kazıklanma’, ‘uygunsuz tavırlarla karşılaşma’ gibi sıkıntıları yok. Avuçlarına sığan ekranda, duvara yansıtabildikleri görüntülerle internet üzerinden ‘party’ yapabiliyorlar. Karışanları görüşenleri yok; birbirlerini az içtin çok içtin ile rahatsızda edemiyorlar. Bu arada belirtmem gerekiyor ki yeni nesil alkollü içeceklerin arkasına geçerek eğlenmeyi tercih etmiyor. İçtiği zaman ile eğlendiği zamanı birbirinden ayırıyor. İkisinin amaçlarını farklı görüyor. Eğlenmek kafa dağıtmak olarak değil, aktif olmak, sportif olmak, etkin olmak olarak kabul ediyor. Yeni dönem eğlence organizatörleri Z partileri düzenlerken, bu evcimenlerin saatlerini dikkate alarak daha kısa ve gece geç saatlere kalmadan bitirmeyi tercih ediyorlar. Gençler ortama giderken eş bulma, flört kaygısı ile gitmiyorlar. Bizlerin zamanı gibi erkekler yengeç yaklaşımı ile yan yan masalara kabule veya yıkılıncaya kadar içerek cesaret bulmaya da çalışmıyorlar. Son dönem yapılan etkinliklerde gözlemlediğim oldukları yerde veya dans pistinde çoğu bağımsız kendi kendilerine yalnız dans ediyorlar… Öyle ki birlikte gelmiş bile olsalar, yanındaki arkadaşını bırakarak veya gruptan ayrılarak piste geliyorlar; yoruluncaya kadar veya keyif tamamlanıncaya kadar dans edip bir şey olmamış gibi yerlerine dönüyorlar. Ya da DJ’in daveti ile tüm bu insanların bir arada piste yığıldıklarını ama en ufak rahatsızlık vermeden müzikle coştuklarını gözlemliyorsunuz. Birbirlerinin yalnızlıklarına, kişisel alanlarına aşırı saygılı davranıyorlar. Kötüler daima olacaktır ama Z’ler mekanında uyuşturucu, mafya bozuntusu bulundurmayan mekanlarda olacaklar veya evlerinde birlikte çevrim içi partiler düzenleyerek sektörün bu segmentine ağır bir yaptırım uygulayacaklar.
Onlar, rol model olacak ses sanatçılarının peşinde değiller. Onlar için müziğin kalitesi çok daha önemli. Sosyal medyaya düşen her kaliteli sese kulak veriyorlar. Ama sesin sahibini sahnelerin kralı, kralçesi, süper starı yapma gibi bir yarışları yok. Olabilecek her yeniliği doğduğu an ellerindeki mobil cihazdan öğrendikleri için şaşırmaları zor oluyor. Konser organizatörlerinin işleri bundan böyle çok zor. Topluma, iklim krizine, çevre kirliliğine, göç sorununa, adalete, özetle benzeri insani değerlere duruşu olan sanatçılarla ancak Z’leri konserlere getirebilecekler.
Z’ler sporda aktif yer almak istemekle birlikte tercihleri daha çok bireysel sporlar oluyor. Eğitimle başlayan rekabetçi yaşam onları biraz daha bireysel davranmaya yönlendiriyor. Bu yaş grubunun herhangi bir spor klübünün fanatikleri ile bir arada olmak için maça gitmek yerine sessiz fanatik olarak ekrandan seyretmeyi tercih ettikleri gözleniyor. Z’ler için rekabette doğrudan görünmeyecekleri, kıyaslanmayacakları spor etkinlik alanları oluşturmak gerekiyor. Adrenalin yükselten, kontrollü risk aldıran, maceracı, gizemli sprotif özelliği olan eğlence alternatiflerini seviyorlar. Dikkat tüm bu etkinliklerde kaliteli müzik sunumu Z’lerin seçimlerini etkilemeye devam etmektedir. Kafe alanlarında, restoranlarda karşısındaki kişi ile konuştukları anlaşılmayan düzeye de müzik olan; gürültülü alanlarda sosyalleşmeyi sevmiyorlar. Sakinlik istiyorlar. Neredeyse her köşe başına açılan kahve dükkanları bunun günümüz ticaretindeki bir yansıması. Oturma konforunu, mutfağın ve ortak kullanım alanlarının hijyenini önemsiyorlar.
Z’ler çalışanlarınıza dikkat ediyorlar. Onların sömürülmesine, haksızlığa uğramalarına, hor görülmelerine karşı hassaslar. Hemen tavır alabiliyorlar. Aldıkları tavrı birkaç saniye içerisinde duyurabilecekleri her platforma sosyal medya ile anons edebiliyorlar.
Bulundukları her ortamda işletmeleri sorgulayabiliyorlar. Hoşgörüleri birçok konuda tahammül gösterebiliyor ama haksızlık karşısında hemen tepkililer. Örneğin kötü yapılmış bir kahveyi affedebiliyorlar, bir defaya mahsusu anlayışla karşılayabiliyorlar ama mekanda çalınan müzik için telif ödemesini, çöplerin ayrıştırılıp ayrıştırılmadığını, işletmenin saygınlığını anında internetten sorguluyorlar, tepkilerini anında gösteriyorlar.
Ama sizleri şimdiden uyarmalıyım ki miladınız dolmadan Z’leri tanımanızda fayda var. Çünkü arkalarından eyvah diyeceğiniz ‘Alfa Kuşağı’ geliyor. Dua edin, dijital kuşaktan koparak, anne babalarından bir şeyler almış olsunlar. Belki o zaman hep birlikte fabrika ayarlarımıza döneriz. Dönüp dönmemek de başka bir yazının konusu olsun. Sağlıkla kalın.”