Yargıtay 21. Hukuk Dairesi 18.04.2017 tarihli 2016/15082 E. 2017/3195 K. numaralı kararıyla bütün ülke genelinde derin elem ve ıstıraba neden olan Soma Faciasına ilişkin devrim niteliğinde bir karar vermiş ve bu karar söz konusu elem olay neticesinde hayatını kaybeden işçilerin aileleri açısından da emsal niteliğe bürünmüştür.
İlk derece mahkemesinde Davacılar murisinin, iş kazası sonucu ölümden doğan manevi tazminatın ödetilmesini istemiş ve yapılan yargılama sonucunda, 190.000 TL manevi tazminatın yasal faizi ile birlikte diğer Davalılardan müşterek ve müteselsilen alınıp davacıya verilmesi şeklinde karar verilmiştir. Yerel mahkemece verilen bu karar Davalılar tarafından temyiz edilmiş ve Yargıtay 21. Hukuk Dairesince incelenmiştir.
Yapılan inceleme de işverenin çalışanlarla ilgili sağlık ve güvenliği sağlama yükümlülüğünün çerçevesinin, 6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanununun 4. maddesinde çizildiği ve bu çerçevede Çalışanların işle ilgili sağlık ve güvenliğini sağlamakla yükümlü olduğu belirtildikten sonra, yapacağı ve uymakla yükümlü bulunacağı bir takım esaslara yer verildiği, işverenin ilgili hükümlerde anılan yükümlülüklerle gerçekleştireceği koruma sırasında uyacağı ilkelerin belirlendiği ve son olarak iş yerinde sağlık ve güvenlik sağlanırken, işverenin yapacağı risk değerlendirmesi çalışmasını da dikkate almakla yükümlü olduğu tespit edilmiştir.
6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunun 417. Maddesinin 2. Fıkrasında yer alan “İşveren, iş yerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlü önlemi almak, araç ve gereçleri noksansız bulundurmak; işçilerde iş sağlığı ve güvenliği konusunda alınan her türlü önleme uymakla yükümlü’’ hükmü aynı maddenin 3. Fıkrası olan “İşverenin yukarıdaki hükümler dahil kanuna ve sözleşmeye aykırı davranışı sebebiyle işçinin ölümü, vücut bütünlüğünün zedelenmesi veya kişilik haklarının ihlaline bağlı zararların tazmini sözleşmeye aykırılıktan doğan sorumluluk hükümlerine tabi” hükmü ile birlikte değerlendirilmiş ve hizmet sözleşmesinden kaynaklanan sorumluluğun hukuki niteliği konusunda olan tartışmalara son verilerek, sözleşmeye aykırılıktan kaynaklanan ölüme ve vücut bütünlüğünün zedelenmesine veya kişilik haklarının ihlaline bağlı zararların tazmininde sözleşmeden doğan sorumluluk hükümlerinin uygulanacağı öngörülmüştür.
Bunlara ek olarak kusur sorumluluğunun sınırlarının kusursuz sorumluluk sınırlarına yaklaştırılarak çalışanların yükümlülüklerini çağdaş anlayışla daha ayrıntılı somut olarak ortaya koyulmuştur. 6331 Sayılı Kanun’un 4. ve 5. maddeleri ile buna uygun olarak çıkarılan iş sağlığı ve güvenliği yönetmelikleri hükümlerini işverenin sorumluluğunu objektifleştiren kriterler olarak değerlendirmesi gerektiği ve bu sebeple mevzuatta yer alan teknik iş kurallarına uyulmaması işverenin kusurlu davranışı olarak kabul edilmesi gerektiğine vurgu yapılmış buna ek olarak işverenin sadece anılan yazılı kurallara değil, yazılı olmayan ve teknolojinin gerekli kıldığı önlemlere aykırı davrandığında da kusurlu görülerek oluşan zararın karşılanması gerektiği vurgulanmıştır.
Yargıtay 21. Hukuk Dairesi İşvereni, zararlandırıcı olay sebebiyle sorumluluktan kurtaracak olan durumun, eylem ile meydana gelen zarar arasındaki uygun illiyet bağının kesilmesi olduğu göz önünde bulundurmuş, kusursuz sorumlulukta olduğu gibi kusur sorumluluğunda da illiyet bağı; mücbir sebep, zarar görenin ve üçüncü kişinin ağır kusuru nedenleriyle kesilebileceğini tespit etmiştir. Uygun illiyet bağının kesildiğinin ispatı halinde, işverenin sorumluluğuna gidilmesi mümkün olmadığı ifade edilmiştir .
Somut olayın incelemesinde, Davalı Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu Genel Müdürlüğü ile ….. Kömür İşletmeleri A.Ş. arasında anahtar teslimi olarak kabul edilecek bir urumun olmadığı aralarındaki ilişkinin alt işverenlik ilişkisi olduğu tespit edilmiştir.
6098 Sayılı TBK’nun 56. maddesinde ‘’Hakimin bir kimsenin bedensel bütünlüğünün zedelenmesi durumunda, olayın özelliklerini göz önünde tutarak, zarar görene veya ölenin yakınlarına manevi tazminat olarak uygun bir miktar paranın ödenmesine karar verebileceği’’ öngörülmüştür. Hakimin manevi zarar adı ile zarar görene veya ölenin yakınlarına verilmesine karar vereceği para tutarı adalete uygun olması gerektiği ve hükmedilecek paranın, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer bir fonksiyonu olan özgün bir nitelik taşıması gerektiği söylenmiştir.
Ölen işçilerin yakınlarına manevi tazminat verilmesi kararının gerekçesinde “Manevi tazminat davalarında, gelişmiş ülkelerde artık eski kalıplardan çıkılarak caydırıcılık unsuruna da ağırlık verildiği, gelişen hukukta bu yaklaşımın, kişilerin bedenine ve ruhuna karşı yöneltilen haksız eylemlerde veya taksirli davranışlarda tatmin duygusu yanında caydırıcılık uyandıran oranlarda manevi tazminat takdir edilmesi gereğinin ortaya koyulduğu; kişi haklarının her şeyin önünde geldiğini önemle vurgulanmış ve bu ilkeler gözetilerek; asıl olanın insan yaşamı olduğu ve bu yaşamın yitirilmesinin yakınlarında açtığı derin ıstırabı hiçbir değerin telafi etmesinin olanaklı olmadığı, amaçlananın sadece bir nebze olsun rahatlama duygusu vermek olduğu; öte yandan da zarar veren yanı da dikkat ve özen göstermek konusunda etkileyecek bir yaptırımla, caydırıcı olabilmesinin gerekli olduğu ifade edilmiştir. …….. ili …. ilçesinde bulunan … yeraltı maden ocağında 13/05/2014 tarihinde meydana gelen yargılamaya konu iş kazasının 301 kişinin ölümüne ve 486 kişinin yaralanmasına yol açtığı, son yüz yılın en büyük iş kazalarından birisi olan bu iş kazasının yalnızca iş kazasına uğrayanlarda veya kazalıların yakınlarında değil toplumun tamamında derin bir üzüntü meydana getirdiği, bu kapsamda Soma maden kazası gibi toplumu derinden etkileyen facialarda hüküm altına alınan manevi tazminat tutarları değerlendirilirken manevi tazminatın caydırıcılık unsurunun öne çıkması gerektiği kabul edilmiştir.
Sonuç olarak Yargıtay 21. Hukuk Dairesi dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle ölenin olayda hiç kusurunun bulunmadığının anlaşılıp iş kazasının meydana gelmesinde kusuru bulunanlar arasındaki kusur dağılımının ilerde kendi aralarında açılabilecek rücu davasında yeniden değerlendirilmesinin mümkün bulunmasına, temyiz edenin sıfatına, temyiz kapsam ve nedenlerine göre, davalılar vekillerinin yerinde görülmeyen bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun olan hükmün onanmasına karar vermiştir.